17 Ocak 2011 Pazartesi

SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ

DÖNEM ÖZELLİKLERİ

Cami, dört medrese, tıp medresesi, darûşşifa, darûlhadis medresesi, sıbyan mektebi, darûlkurra, tabhane, darûzziyafe, kervansaray, dükkânlar, hamam ve türbelerden oluşur.

Osmanlı döneminin en büyük külliyesidir ve mimarlık tarihinin en büyük şantiye organizasyonlarından biriyle gerçekleşmiştir. Menzil külliyelerinin kervansaray-imaret-hamam üçlüsü ile kent külliyelerinin darûşşifa ve medrese yapılarını görkemli bir caminin çevresine toplayan, ancak esasen çeşitli bilim dallarının bir arada okutulduğu geniş kapsamlı bir yüksek öğretim sitesi olarak tasarlanan Süleymaniye Külliyesi, çokişlevli külliye modelinin ileri bir aşamasını yaratmıştır.

Osmanlı Devleti’nin en parlak döneminin, en güçlü hükümdarının ve en iyi mimarının ortaya koyduğu bir simge yapıdır. Yapımında Hassa Mimarlar Ocağı’nın elemanları, acemioğlanlar, öteki kapıkulu ocakları mensupları ile ülkenin her yanından ücretli ustalar, işçiler ve forsalar çalıştı. Yaz aylarında çalışan işçi sayısı günlük ortalama 2000’di. Caminin açılışını Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine Mimar Sinan yaptı.

Yapı malzemeleri ülkenin dört bir yanından getirildi. Ayrıca; Mısır, Baalbek, Silifke, Alaiyye başta olmak üzere Anadolu ve Rumeli’deki antik kentlerden sütunlar ve diğer mimari öğeler İstanbul’a taşındı.

Külliye, bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin yerinde bulunan ve İstanbul’daki ilk Osmanlı sarayı olan Eski Saray’ın bahçesinde ayrılan yere, arazinin eğimi nedeniyle değişik kotlardaki teraslar üzerine inşa edilmiştir. Simetrik bir düzenleme içinde, cami ve türbelerin oturduğu doğal kot merkez kabul edilerek öteki yapılar kot farkını dengeleyecek dolgular ve ilave katlar üzerine yerleştirilmiştir.    


Cami
 

Külliyenin egemen yapısıdır. Osmanlı cami mimarisi gelişiminde bir aşamayı oluşturur. Klasik Osmanlı üslubunu ve sanat tekniklerini en görkemli uygulamalarıyla sergileyen bir başyapıttır. Planı, Ayasofya’ya benzerliğiyle dikkat çekse de, mekân oluşumu çok farklıdır. Süleymaniye Camisi, 16. yüzyılda ulaşılan yapı teknolojisi ile cami mimarisi geleneğinin ulaştığı noktaların buluşmasıyla ortaya çıkan bir yapıttır. Ayasofya bir kubbeli bazilika iken, Süleymaniye Camisi merkezi bir kubbeyi taşıyan strüktürel öğelerin cami çeperlerinin mimarisiyle bütünleştiği bir yapıttır. Ayasofya’da yan ve orta nefleri ayıran sütun dizilerinin yarattığı perde Süleymaniye’de ortadan kalkmış, kubbeyi taşıyan dört büyük askı kemerinin oluşturduğu ana taşıyıcı sistem ve kubbenin yükünün dağıtıldığı yarım kubbeler ve kemerlerin yardımıyla mekân yan sahınlara doğru açılıp bütünlük kazanmıştır. Bu strüktürel sistem, duvarlara çok sayıda pencere açılmasını sağlamış, mekân aydınlanmıştır. 

Orta ve yan sahınlar arasındaki geçiş, iki küçük-bir büyük kemerle sağlanır. Aynı ritim yan dış cephede ve yan sahınları örten kubbelerde de izlenir. Yan cephelerde, kubbeyi taşıyan kemerlerin üstü basamaklı olarak biter. Kemer araları pencerelerle delinmiş bir perde duvarıyla örülmüştür. Daha aşağı düzeyde yan sahınların kubbeleri bir büyük-bir küçük ritminde sıralanırlar. Bütün bu kadamelenmelerle kütle dışarıda bir piramit görünüşü alır. Yan cephede, kubbeyi destekleyerek basamak basamak inen payanda ayakları arasındaki revaklar iki katlı ve saçaklıdır. Şehzade Camisi ile başlayan dış revak tasarımı Sinan sonrası büyük camilerde hep uygulanmıştır.

 
Medreseler
 

Caminin doğusunda ve batısında ikiz yapılar olarak tasarlanmışlardır. Yapım tarihleri farklıdır. Batıdaki Evvel ve Sani (Birinci ve İkinci) Medreseler 1558-59’da, Rabi ve Salis (Üçüncü ve Dördüncü) Medreseler ise 1552-53’te tamamlanmıştır.

Üçüncü ve Dördüncü Medreseler yamaç üzerindedir. Bu nedenle orta avluları batıdan doğuya eğimli, yan kanatlardaki öğrenci odaları kademeli ve yan revaklar merdiven biçimindedir. Sokak düzeyinde tutulduğu için havada kalan dershanelerin altları doldurularak avlu cephelerine çeşmeler konulmuştur. Aynı yöntemle doğu cephesinin altı da bir sıra mülazım hücresiyle beslenmiştir.

Birinci ve İkinci Medreseler düz avlulu plan şemasına sahiptirler. Ancak burada da öğrenci odaları pencerelerinin açıldığı aydınlıklar, iki yandan gelip dershaneye saplanan revaklar, dershanelerin karşısındaki üç gözlü oturma yerleri, müderris lojmanları gibi öğeler Osmanlı medrese mimarisinde daha önce görülmeyen özelliklerdir.



İmaret
Revaklı avlunun hastaneye bakan kanadında beş kubbeli bir yemekhane, arkasında dört kubbeli ve fenerli bir mutfak yer alır. Tabhaneye bakan kanatta ve kapının karşısında depolar, köşede fırın vardır. Arazinin eğimi dolayısıyla oluşan alt kat kervansaray olarak tasarlanmıştır.  

Darûşşifa  
Tıp medresesinin karşısında art arda revaklı iki avludan oluşur. Birinci revak poliklinik olarak kullanılmaktaydı. Hastanede; eczane, hamam, ekmek fırını da bulunuyordu. Hastane 40-50 yatağa sahipti. Öteki Osmanlı darûşşifalarından farkı, ayrı bir psikiyatri servisinin bulunmasıydı. Hastalara Edirne darûşşifasında olduğu gibi müzikle tedavi uygulanıyordu. 

Tabhane  
Avlulu ve revaklıdır. İki yanda ikişer kubbeli, kapı karşısında ise caminin şemasını andıran, bir tam iki yarım kubbeli üç eyvan bulunmaktadır 

Kervansaray  
İmaretin altında, eğimden dolayı oluşan bodrum kattadır.

Kanuni Türbesi
Köşeleri pahlanmış sekizgen gövdeli bir yapıdır. Sekizgen gövde enli bir revaklı sarılmış; içeride de pahlı köşelerin önüne yerleştirilen sekiz somaki sütun ile ikinci bir revak oluşturulmuştur. Türbenin üstü 10.50 m çapındaki iç kabuğu sütunlara, dış kabuğu beden duvarlarına oturan iç içe iki kubbeyle örtülmüştür.

Türbenin kapısının sağında ve solunda yer alan çini panolar dönemin en güzel örnekleri arasında sayılır. Türbenin iç duvarlarını kaplayan çokrenkli çiçek ve bitki desenli çinilerin de sanat değeri çok yüksektir.




 Mimar Sinan Türbesi
Açık türbedir. Mimar Sinan’ın yaşamının son yıllarında yapılmıştır. 1922’de büyük bironarım görmüştür. Mezar, taş duvarlardan oluşan bir çerçevenin içindedir. İri palmet dizilerinin taçlandırdığı duvarlar, dikdörtgen pencerelerle dışa açılırlar. Pencereler ajur tekniğiyle işlenmiş mermer şebekelidir. Ziyaret penceresi ötekilere göre daha büyüktür ve demir şebekelidir.

Mermer sanduka, sivri kemerlerle taşınan, arka arkaya bir kubbe ve bir düz örtüden oluşan açık bir türbe yapısı ile örtülüdür.

Türbenin kuzey ucuna bitişik sebil çokgen planlıdır.




http://www.mimarlikmuzesi.org/Collection/Detail_suleymaniye-kulliyesi_10014.html
  
http://www.kenthaber.com/marmara/istanbul/eminonu/Rehber/medreseler/suleymaniye-medreseleri


SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ

                                                                                                                        
       
http://www.youtube.com/watch?v=ETZk6TowQZg



SAFRANBOLU TANITIM FİLMİ

SAFRANBOLU EVLERİ VE MİMARİ ÖZELLİKLER

Safranbolu Evleri, yüzlerce yıllık bir süreçte oluşan Türk kent kültürünün günümüzde yaşamaya devam eden en önemli yapı taşlarıdır. İlçe merkezinde 18. ve 19.yy. ile 20.yy. başlarında yapılmış yaklaşık 2000 geleneksel Türk evi bulunmaktadır. Bu eserlerin 800 kadarı yasal koruma altındadır. Evler Safranbolu´nun iki ayrı kesiminde gruplanmış durumdadır. Birincisi "Şehir" diye bilinen ve kışlık olarak kullanılan kesim, ikincisi "Bağlar" diye bilinen ve yazlık olarak kullanılan kesim.


Şehir, yönetim merkezinin bulunduğu Kale, alışveriş merkezinin bulunduğu Çarşı, evlerin bulunduğu Akçasu, Gümüş, Musalla, Kale altı ve Tabakhane semtlerinden oluşmaktadır. Bu kesim iklimin olumsuz etkilerine karşı korunmuş, alçak rakımlı iki vadinin içindedir. Burada evler birbirine yakın, sokaklar dardır. Bağlar birkaç yüz metre daha yüksekte, hava akımlarına açık ve daha geniş araziler üzerindedir. Hemen hemen herkesin bir kışlık bir de yazlık evi vardır. Yöre halkı kışın şehirdeki evinde yaşar ve yazın havaların ısınmasıyla Bağlardaki yazlık evine göçer. Ancak "Çarşı" üretim ve ticaret hayatı yazın da aynen sürer.

 Tüm evler kendilerine göre daha merkezi konumdaki kamu binalarına, dini yapılara ve anıt eserlere dönüktür. Hangi evden bakılırsa bakılsın manzara kapanmaz. Evlerin yakın plan cepheleri kör, uzak plan cepheleri açık ve birbirlerini izleyecek konumdadır.

Şehrin ortasında bulunan meydana yönelik yollar ve sokaklar tamamen Arnavut kaldırımlıdır. Anıt eserlerin avluları ve meydanlar da Arnavut kaldırımlıdır. Mevcut taş kaplama tarzı rutubeti en aza indiren, sel sularına karşı dayanıklı ve ağaç köklerinin yeterli su almasına uygun yapıdadır.

Safranbolu evinin boyutu ve biçimini belirleyen üç temel unsurdan söz edilebilir: Çok nüfuslu büyük aile yapısı, yağışlı iklim, kültürel ve maddi zenginlik. Bir ailede karı kocanın normal olarak iki ya da üç çocuğu vardır. Erkek evlat evlendirilince ona ayrı bir ev açılmaz, gelin aynı eve getirilir. Amcalar, yengeler, halalar ve torunlarında dahil olduğu aile hep birlikte bir evde yaşarlar. Evin kadınına işlerde yardım etmek amacıyla evlerin çoğunda evlatlık kız bulunur. Evlatlık kız evin kızı gibi görülür. 




Kalabalık aile yapısının yanında evlerde harem-selamlık ayrımı vardır. Ailelerin sahip olduğu hayvanlar evin zemin katındaki ahırlarda barındırılır. Yağışlı iklim nedeniyle kapalı alan ihtiyacı da fazladır. İnsan ve hayvan yiyecekleri, yakacak odunlar hepsi evin uygun bölümlerinde muhafaza edilirler. İşte tüm bunların sonucu olarak Safranbolu evleri büyük hacimlidir.


Doğa-insan-ev; sokak-ev, sokak-çarşı ilişkileri son derece düzenli ve dengelidir. Çevreye olduğu kadar komşuya da saygı egemendir. Hiçbir ev diğerinin görünüşünü engellemez. Evlerin yapımında taş, kerpiç ahşap ve alaturka kiremit kullanılmıştır. Bahçeler sokaktan taş duvarlarla ayrılmıştır.
 
Din ve gelenekler evi dışarıya kapar, bu yüzden ev içi ve bahçeler yüksek duvarlarla ayrılmıştır, pencereler kafeslidir, kadın yabancı erkeğe görünmez. Bazen aynı evin içinde bile, kadınlar ve erkekler ayrı ayrı yaşarlar. Safranbolu´da selamlık ve harem olarak ikiye bölünmüş böyle evler vardır. Hacı Memişler Bağ evinde ve Kaymakamlar Evinde harem ve selamlık girişleri değişik katta iki ayrı sokaktan sağlanmıştır. Aile yaşantısını tedirgin etmeden kolay ulaşılabilen bir odası da selamlık olarak kullanılır. Selamlık odaları biraz daha özenlidir.

Evin girişinde zemin katta "hayat" vardır. Bu bölüm eğer taş kaplıysa "taşlık" adını alır. Burada ışık almayı sağlayan ahşap kafes "gliste" mevcuttur. Zemin katlarda ayrıca ahırlar, büyük kazan ocakları ve ambarlar bulunur.

Üst katlara ahşap ustalığının üstün örneklerini sergileyen merdivenlerle çıkılır. İkinci kat diğer katlara göre daha basıktır. Bu katta gerektiğinde yatak odası olarak da kullanılabilen bir mutfak bulunur. Gündelik yaşam orta katta geçer. Soğuk kış günlerinde bu katın ısıtılması daha kolay olur.
 
Üçüncü kat evlerde mükemmelliğe varılan noktadır. Bu katta tavanlar daha yüksektir. Odalara sekiz kenarlı bir çokgenden oluşan "sofa"nın daha kısa olan dört çapraz kenarından açılan kapılardan girilir. Odaların giriş kapıları köşelerdedir ve oda ile doğrudan teması kesen özel ahşap paravana düzeni bulunur. Odaların her biri bir çekirdek aileyi ya da bir aile yakının barındırabilecek tüm unsurlara sahip, bağımsız birim olarak tasarlanmıştır. Bu doğrultuda her odada ahşap dolapların (yüklük) içerisinde bugünün duş kabinlerini andıran gusülhaneler mevcuttur.

Safranbolu evlerindeki çıkmalar, evin dış görünümünü tek düzelikten kurtarır. Evlerin pencereleri çok özel biçimde tasarlanmış olup dar ve uzuncadır. Ahşap kanatlı pencerelerde ayrıca "muşabak" denilen kafesler bulunur.
 
 Aydınlatma aracı gaz yağı lambasıdır. Son zamanlarda "lüks lamba" diye tanımlanan, daha büyük boyutlu ve daha fazla ışık veren lambalar kullanılmıştır.
Evlerin bazılarının içlerinde serinlik vermesi ve yangından korunmak amacıyla yapılmış olan havuzlar bulunmaktadır.






http://www.safranboluevleri.net/default.asp?m=7
http://tr.wikipedia.org/wiki/Safranbolu_evleri 
http://www.karagoz.net/safranboluevleri.htm

10 Ocak 2011 Pazartesi

UTANMAK



UTANMAK

''Utanmak'' aslında her insanda olan bir duygdur, fakat kiminde bu duygu daha yogun kiminde ise çok az yaşanır.Bana göre bu duyguyu çok yogun yaşamak insan hayatını bir zaman sonra etkilemeye başlar hayatınızı bunun üzerine kurmaya başlarsınız. Bunun sonucunda toplumdan uzaklaşır çevrenizde fazla kişi olmaz düzgün iletişim kuramadığınız için.

Aşırı derecede utanıyorsak eğer ilk olarak kendimize olan özgüvenimizi gözden geçirmeliyiz. Yapamıcam, başaramıcam psikolojisinden kurtulmamız gerekir.

 Utangaçlık küçük yaşta daha çok aile tarafından aşılanan bir duygudur.Mesela büyüklerin yanında fazla konuşulmaması gibi. Bundan sonra okul hayatında da kalabalık sınıflarda söz hakkı almayıp konuşamamak bu duyguyu daha yoğun bir şekilde ortaya çıkarır.

Okulda bu duygu daha fazla ortaya çıkmaya başlar ve bundan sonra bunu bastırmak daha da zor hala gelir.

Utanmayı bu kadar kötü birşeymiş gibi göstermek istemiyorum sadece herşey gibi bu da belirli bir ölçütte yaşanmalıdır. Bazı insanlara da utmaz veya ar damarın yokmu senin deriz. Böyle insanlarda bence nerede ne şekilde davranacağını bilemezler. Ya da bildiğini sanır fakat yanlış hareketler veya yanlış kelimeler kullanabilrler.

Bence ne çok utangaç ne de ardamarı çatlamış olarak gözükmemeliyiz karşı taraftan. Herşeyde olduğu gibi bu duyguyuda yeterli düzeyde yaşamalıyız. 

İNTERNET'İN UTANMA ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Bana göre internet hayatında utanma duygusu diye bir şey kalmadı. Çünkü insanlar bişeyler yazarken karşısında insan değil monitör var olduğunu sanıyorlar diye düşünüyorum. Bu utanç kaybı ile orantılı olarak insanların birbirlerine karşı olan saygılarını da kayıp ediyorlar bence.İnternetin yararlı var tamam doğru ama en az o kadar da zararı olduğunu düşünüyorum.  

 

Cem Yılmaz - Enjektör